1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Adaletin ironisi
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Adaletin ironisi

02 Ağustos 2011 Salı 03:28A+A-

Kürt açılımını konuşmaya ne zaman başlayabildik? Öcalan yakalandığında veya yargılandığında mı? İmralı'daki ilk yıllarında mı? Şiddetsiz geçen 2000'lerin ilk döneminde mi? Hayır! Taa 2008'lerde. Ve devamında.

Balyoz ve Kafes Eylem planlarının deşifre olmasıyla, Temizöz'lerin, Küçük'lerin ve daha nicelerinin suç kanıtlarıyla tutuklanmasıyla. Yani Ergenekon sanıklarının pek çoğunun içeri girmesiyle... Birlikte başladık Kürt açılımını tartışmaya. Tabii daha ilk günlerden itibaren "bu ihanet açılımıdır" diye haykıran parti liderlerinin, kanaat önderlerinin ve yazarçizer tayfasının da fazlaca katkısıyla.

90'lardan beri tam barış müzakereleri yapıldığı dönemlerde çözümsüzlüğe sığınmak için kan dökmekten çekinmeyen, bu uğurda birbirinden kirli ittifaklar kuran odaklar bir bir deşifre olmaya başlamadan: O dönemdeki Jitem infazlarını, işkenceleri, faili meçhulleri, gözaltında kayıpları bu kararlılıkta sorgulayamıyorduk. Kürt hareketi, şiddet veya siyaset ile bunlara otuz yıldır dikkat çekse dahi, memleketin batısından tek gözlenen şehit cenazeleri gerçeğiydi maalesef.

Hrant Dink'in katledilmesi ve Danıştay saldırısıyla birlikte hız kazanan 'darbe için ortam olgunlaştırma operasyonları' eğer suçluları adaletten kaçırmayı ve halkı galeyana getirmeyi başarsaydı... Bugün YAŞ krizinde adaletten taviz vermeyen güçlü taraf sivil hükümet kanadı olmayacaktı apaçık ki. Her ne kadar CHP başkan yardımcısı Korutürk "adalet dokuz yılda gerilemiştir" dese de!

Olmadık sebeplerle, iftiralarla ve muhbirlik yöntemleriyle orduyla ilişkisi kesilen bazı YAŞ mağdurlarının hak aramaları gibi bir cümleyi dahi telaffuz edemeyecektik. Hükümeti karalama kampanyasını yöneterek AKP'yi kapatma davasına zemin hazırlamak için ordunun kurdurduğu internet sitelerinin varlığını dahi unutmuş olacaktık çoktan. Nerede kalmış internet andıcı iddianamesinin kabul edilmesiyle birlikte mesela yedi generalin hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçuyla yargılandığını görmek!

Yıllarca bunları telaffuz ettiğinizde, karşınıza hep o yıpranmış cümle gelirdi: Orduyu yıpratmaya çalıştığınıza dair. Siz de her seferinde suça bulaşmış kadrolarını adalete teslim edebilen bir ordunun asıl böyle suç odağı olmaktan kurtulacağını, itibarını yükselteceğini söylerdiniz. Duyulmazdı.

Şimdilerde artık bu çok tükenmiş saldırıyı tekrar edemeyenler, başka bir yönteme başvuruyor: Görmezden geliyorlar. Yıllarca iftira attıkları kişi ve kurumların hakikati haykırdıkları ortaya çıktıkça çocukların dahi kanmayacağı gerekçelerle delil çürütmekten vazgeçtiler. Artık hasıraltı ediyorlar. Ve duygularına hitap etmeyi deniyorlar. Yapılacak en kolay ve en tehlikeli şeyi. Mağduriyetin ideolojisini oluşturup kitlelerin zihinaltını kamçılamaya çalışıyorlar.

Gelgelelim artık bu topraklarda mağduriyetin sahih dilini konuşan, sahiden mazlum kesimler seslerini çoktan yükseltti ve ite kaka da olsa sesini duyurmaya başladı. Onların tek bir kimliği yok. Kürt, Türk, Sünni, Alevi, genç, ihtiyar. Kadın. Çocuk. Gayrımüslim. Şu, bu. Ortak noktaları, bugün mağduriyetin ideolojisine sığınmaya çalışan suçlular tarafından mağdur edilmiş olmaları! İronik bir durum.

Dink'in katilinin ceza almadan yaptığı son savunmada söyledikleri de bu ironiye bir katkıydı: "Bu salonun bir kısmı beni direkt katil olarak görebilir, diğerleri ise cahil beynime empoze edilen gazete manşetlerini, Ertuğrul Özkök ve Emin Çölaşan'ın bu cinayetteki payını hesaba katabilir!"

İsmi geçen gazetecilerin ve manşetlerin olaydaki suçunun yüzde 54 olduğunu iddia eden bu gence, ne ironiktir ki yıllar önce ismini zikrettiği kişiler sahip çıkıyor, onu da anlamak gerek diyerek, arkasındaki suç örgütünü bilincimizde imha etmeye çalışıyorlardı.

Velhasıl, birileri dava dosyalarını göz önünde kaybederken, Karargâh'ta delil karartma emirleri verirken, hastanelere kaldırılmak suretiyle yargıdan kaçarken... Suçluya göre suç tanımı yaparken, zamanaşımına bel bağlarken... Adalet ve hakkaniyet mücadelesi verenler ise bizzat kendi yaşantılarından onlarca sahih delil topladılar durmadan.

Koşaner, istifa mektubunda "Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek, birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi, mümkün değildir" diyordu. Hantepe'de, Dağlıca'da, Aktütün'deki ihmal ve kuşkular sonrası istifayı düşünmeyenlerin belki bundan sonra başvurdukları hukukçuları değiştirmelerinde yarar vardır.

AKP'yi e-muhtıra ve 367 krizi karşısındaki güçlü duruşunda olduğu gibi, YAŞ krizindeki tavizsizliği için de tebrik edebiliriz. Kemal Burkay'ın 12 Eylül darbesinin ardından terk ettiği Türkiye'ye 31 yıl sonra geri döndüğü bugünlerde iklim değişiyor usulca. Kan halen akıyor oluk oluk, Başkale'de bu kez. Ama pıhtılaşması için bir umut daha işte.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT