1. YAZARLAR

  2. Markar Esayan

  3. AB üyeliği fetişizmi ve tuzaklı öneriler…
Markar Esayan

Markar Esayan

Yazarın Tüm Yazıları >

AB üyeliği fetişizmi ve tuzaklı öneriler…

03 Nisan 2014 Perşembe 13:11A+A-

Bizdeki şu fetişizme dönüşen Avrupa Birliği üyeliği meselesi epey üzerinde durulmayı hak ediyor. Aynı dalga boyunda gördüğüm 'kutuplaşma tartışması ve balkon konuşması dayatması' da öyle. Telaş edilmesin, AB'ye karşı değilim. Ama AB'ye bakışımızın sorgulanması gerektiğini, bunun bir sopaya dönüştürüldüğünü anlatmaya çalışacağım.

Erdoğan'ın farkı, bu tür ezberleri kendi zihniyet düzleminde kırabilmesinde yatıyor. Aydınların çoğuna nal toplatması, buradan çıkan nefreti paratoner gibi üzerine çekmesi aslında zihniyet fakirliğini ortaya böyle belirgin bir şekilde çıkartmasında. Benim uzaktan gözlemleyebildiğim kadarıyla, Erdoğan ve yakın çevresindeki dar bir grupta böyle bir yetenek var. Bu nedenle, Erdoğan ve bu dar çevre sık sık linçe uğruyor. Çünkü dayatılan şekilde davranmamanın hem zihniyet üretimini hem de cesaretini gösterebiliyorlar.

Bu anlamda, bu kadroya geçerliliği kalmamış AB dayatması veya sahte 'kutuplaşmayı' çöz önerileri geçerli olamıyor. Bu büyük bir öfke nedeni, çünkü AB üyeliği bu kesimler için kendi dar modernleşmeci zihniyeti ima ediyor. Oysa Avrupa Birliği üyeliği artık Türkiye için 'AB'ye girelim hayat bayram olsun' kısıtından daha geniş bir yorumu gerektiriyor. Bu 18. yüzyıldaki bürokrat paşalarının Batılılaşma projelerindeki sığlığı ve kurnazlığı hatırlatıyor. Erdoğan, AB üyeliğinin içeride daha çok totaliter laiklerin ambalajlanmış bir vesayet önerisine dönüşmüş olduğunu fark etmiş gibi. İçerideki baronların çoğu bu üyelik sürecinin ülkeyi belirli bir ölçekte ve zihniyette tutmanın garantisi şeklinde kullanıyor ve birbirinden gösterişli ama kof argümanlar üretiyorlar. AB üyeliği böylelikle Erdoğan'ın üzerinde gösterişli bir sopaya dönüştürülüyor.

AB ve ABD'nin Mısır'da yaşanana darbe diyemedikten maada, bu darbeyi finanse etmesi, Suriye'deki soykırımı izlemeleri, Ukrayna'yı Rusya'nın kucağına itmeleri, yükselen ırkçılık, liberal demokrasilerinin kendi göçmenlerine eşit vatandaşlık ve fırsatları üretememesi gibi sorunlar ortada. Ancak bu tabii ki AB müktesebatında hala Türkiye'nin geride olduğu konularda iyileşme sağlayacak bilgi ve tecrübe potansiyelini yok saymak anlamına gelmiyor.

Ama Türkiye'nin AB ve ABD uydusu olmaktan çıktığı ve kendi melez-özgün modelini yarattığı anda karanlık çağlara savrulacağı, AB üyeliği sürecinin Türkiye'nin mahvı ile arada kalan tek engel olduğu itikadı bir saçmalık.

Erdoğan kendisine dayatılan türden bir balkon konuşması yapmadı. Engellediği bir darbenin başarısını neden bir konuşmayla rakiplerine kaptırsın ki! Üstelik darbe süreci bitmiş de değil. Balkon konuşması baskısı bir tuzaktı. Erdoğan, üslubunda daha dikkatli olsa, stratejisi bence oldukça doğru.

30 Mart basit bir seçim değildi. Gezi ayaklanmasından gelen, cemaatin dershaneler krizi ile toplumsallaştırmaya çalıştığı, 17-25 Aralık ile ölümcül hamlenin yapıldığı ağır bir darbenin yenildiği tarihi andı. 'Kutuplaşmayı azalt' 'önerisiyle' Erdoğan'ın bu zaferi ilan etmemesini beklemek saçmalık. Yıldıray Oğur'un dediği gibi, balkon konuşması yapması gereken birileri varsa, o da darbenin ortaklarıdır. Milyonlarca insana aylarca kâbus yaşattılar, Çözüm Süreci'ni hedef aldılar, ülkeye milyarlarca dolar zarar verdiler. Şimdi de utanmadan şirretlik, mızmızlık yapıyorlar.

Kutuplaşma meselesi Erdoğan'ın önemsemesi gereken bir risk ama tek başına onun (dindarların) halledebileceği bir şey değil. Bu tesbit, kutuplaşmayı oya tahvil ettiği kadar, kutuplaşmanın risklerini azaltmaya dönük becerisini de geliştirmesi gerektiği gerçeğini değiştirmiyor, doğru. Ama kutuplaşma söyleminin, sürekli darbeler denemenin altlığı haline geldiğini tesbit etmeden, Erdoğan'a 'kutuplaşmayı bitir' demek, 'mücadeleyi bırak' anlamına geliyor. İki incik boncuk, ateş suyu verip Kızılderilinin elinden altın külçelerini alan beyaz tüccar ahlaksızlığına bir son vermek lazım.

Kutuplaşma daha uzun süre devam edecek, reformların getirdiği rezistansa bağlı tarihsel bir durum. Diyelim ki yüzde 25'lik bir toplumsal taban, bunun üzerinden mobilize ediliyor ve bunu yapanlar bu ülkenin solcu, sözde liberal 'aydınları', sermaye, akademi ve medyası. Öyle veya böyle, bir darbe yapabilmenin gücünü tüketene kadar tutsak aldıkları, dar bir fobizme mahkûm ettikleri tabanı özgür bırakmayacaklar. Mahalle sakinleri, mahalle seçkinlerinin ürettiği 'fikirleri' aşamayacak. Ülkede bir muhalefet çıkmamasının nedeni bu zihni işgaldir. Bunlar aslen gerici güçlerdir.

Dolayısıyla, Erdoğan hem bu şirret, her yolu denemekten zerre tereddüt etmeyen gerici güçleri her denemede yenmek, hem de ülkeyi demokratikleştirmek ve kalkınmayı sürdürmek zorunda. Erdoğan faktörü olmasaydı, AK Parti lime lime edilmişti. Erdoğan'ın sorumluluğu partisini gençleştirmek, uyuyan İdris Naim Şahin hücrelerinden temizlemek, partiyi tek adam zaafından kurtaracak kurumsallaşmayı sağlamaktır. Kadınların ve gençlerin partide gerçek ve etkin ağırlığını arttırmalıdır. Bunu yaparken şu kritik süreçlerde güvenilirliğini ispatlamış dar kadrosunu da korumalıdır. Demokrat zihniyetle kuşanmış bir bürokrasinin temelini atmalı, eski devletle de tüm köprüleri atacak yapısal reformları yapmalıdır.

O halde neden tatavayı bırakıp Erdoğan'a bu önerileri yapmıyorsunuz?

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT