1. YAZARLAR

  2. Nazife Şişman

  3. 7 milyarıncı bebek mi dünyayı bize dar ediyor
Nazife Şişman

Nazife Şişman

Yazarın Tüm Yazıları >

7 milyarıncı bebek mi dünyayı bize dar ediyor

06 Kasım 2011 Pazar 16:11A+A-

Birkaç ay önce ölümün bir hastalık olduğunu iddia eden İngiliz bilim adamı Aubrey de Grey, bin yıl yaşamanın mümkün olduğunu ilan etmişti. Geçtiğimiz gün de Fransız bilim adamları, hücrelere protein karışımı ilave ederek yaşlanmayı tedavi edebildiklerini duyurdular dünyaya.

Bu duyuru, ilginç bir şekilde dünya nüfusuna eklenen 7 milyarıncı bebek haberlerinin hemen ardından geldi. Dünya bu kadar nüfusu nasıl taşıyacak sorusuyla, uzun yaşama müjdesinin eşzamanlı gündemimize girmesi, ölüm, yaşam, sağlık gibi meselelerin sosyopolitik ve iktisadi boyutunu dikkate almamız gerektiğini düşündürtüyor. Bir taraftan ölümü yenmeye çalışıyor insanlar, diğer taraftan nüfusun artmaması gerektiğinden dem vuruyor. Peki bu nasıl olacak? O zaman doğumları mı durdurmak gerekecek?

Hafta sonu gittiğim bir bilimkurgu filminde, zamanın alışveriş yapılan birim haline getirilmesiyle bir çözüm bulunmuştu bu soruna. Nasıl mı? Yapılan genetik müdahale sayesinde insanlar yirmi beş yaşından sonra yaşlanmıyorlar. Cennette kaç yaşında ölmüş olursa olsun herkesin otuz yaşında olacağına dair bir hadis geldi aklıma filmdeki bu yaş belirlemesini görünce. Dünyada ölümsüzlüğü yakalayarak cenneti inşa etme hayalinde de aynı imgeler kullanılıyor demek ki. Yaşadığı sürece yirmi beş yaş bedenine sahip olmak güzel görünüyor ilk anda. Fakat hayata asıl gerilimini veren husus şu: o yaşa ulaştıktan sonra saat çalışmaya başlıyor. İnsanların ömürleri, kollarındaki dijital saate yükleyebildikleri zamanla sınırlı. Dakika, saat, gün, ay ve yıl üzerinden çalışarak ya da çalarak ömür ilave ediyorlar kendilerine. Zaman, para birimi gibi. Böyle olunca zenginler sonsuza dek yaşayabiliyor. Gettodakiler, işsizler, hayatın kıyısındakiler, "lütfen bir dakika" dilencileri ise dakikaları bitince hayata veda ediyorlar.

Diğer tarafta ise milyonlarca yıllık sermayesini banka kasalarında saklayan zenginler var. Elbette birilerinin sonsuza dek yaşaması için pek çoğunun erkenden ölmesi gerekiyor. Yani para, yerini zamana bırakınca, başka bir ifadeyle "vakit nakit olunca" da değişmiyor kurt kanunu. Zamana Karşı (In Time, 2011)'da insanların uzun yaşaması ile ortaya çıkacak nüfus problemine böyle bir çözüm bulunmuştu. Nihayetinde bir bilimkurgu filmi diyebilirsiniz, ama insanın kadim açgözlülüğüne işaret etmiyor mu?

Sonsuza dek yaşayabilir miyiz?

Son kitabına "Sonsuza Dek Yaşayabilir miyiz?" ismini veren sosyolog Bryan S.Turner (Can We Live Forever: A Sociological and Moral Inquiry), bu sorunun modern bir tınıya sahip olduğunu söylüyor. Elbette ölümsüzlüğün insan muhayyilesini meşgul edişi yeni değil, kadim bir mesele. Fakat bu soruya modern tını veren unsur, tıp teknolojisindeki hızlı gelişme. Bozulan organların yenileriyle ikamesi, protezler ve kimyasallarla takviye gibi tıp teknolojisinin yeni icatları, bu sorudaki ümidi besliyor. İşte geçtiğimiz günlerde ilan edilen yaşlı hücrenin 'taze' kök hücreye dönüştürülmesi müjdesi de böyle bir işlev görüyor. Artık insanlar sonsuza dek yaşayabilecekleri konusunda oldukça umutlu.

Son yüzyılda toplumsal, siyasi ve tıbbi alandaki gelişmeler sonucunda demografik yapıda ciddi değişiklikler oldu. Ortalama yaşam süresi uzadı. Sadece bu gelişme bile bugün nüfusun yaşlanması diye başlı başına demografik ve iktisadi bir problem ortaya çıkardı. Önümüzdeki yıllarda çalışan genç başına düşen emekli yaşlı sayısında ciddi artışlar olması bekleniyor. Bir başka problemse dünyadaki tabii kaynakların artan nüfusu besleyememesi sorunu. Gerçi bugün dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan açlık ve kıtlık, kaynakların arzındaki kıtlık ile mi yoksa aşırı tüketim ve bölüşümdeki adaletsizlikle mi ilgilidir sorusunu çoğu zaman gözden kaçırıyoruz. Bu başka bir konu gibi görünse de uzun yaşama ile adil bölüşüm arasında doğrudan bir bağlantı var. Ortalama ömürle ilgili karşılaştırmalar bu bağlantıyı ve dengesizliği açıkça ortaya koyuyor.

Mesela İngiltere'de 19. yüzyıl sonunda ortalama ömür 45 yaş civarındaydı, 1990'larda 75 yaşa çıktı. Bundan on yıl sonra ise 77,5 olması bekleniyor. Yani yirminci yüzyıldaki büyük sıçramaya benzer artışlar beklenmiyor. Ama bu istatistikler verilirken bir şey gözden kaçıyor. Afrika'nın bazı bölgelerinde ortalama ömür yirmi birinci yüzyılda hâlâ 45 yaş civarında. İnsanlar beslenme yetersizliğinden ya da tedavisi halihazırda bulunmuş hastalıklar sebebiyle ölüyorlar; tedavisi bulunmamış hastalıklar yüzünden değil. Mesela zatürre ya da koleradan ölüyorlar. Bu da gösteriyor ki muhtemel yaşam süresi uzasa da bazıları bu ihtimale yaklaşamıyor bile.

Ortalama ömürdeki bu artış, tıp teknolojisindeki gelişmelerle, beslenmede, hijyende, toplumsal ve siyasal düzenlemelerdeki birtakım gelişmelerle alakalıydı. Ama De Grey'in ve Fransız bilim adamlarının kastettiği uzun ömür, esasında uzatmalı bir ömür olarak da anlaşılabilir. Organların yapay olarak üretilen ya da klonlardan elde edilen yedekleriyle yenilendiği, hücredeki yaşlanmanın çeşitli kimyasallarla önlendiği, biyoniklerle takviye edilen, cerrahi ve genetik müdahale ile kusursuzlaştırılan bedenin ölümsüzlüğü hedeflediği başka tür bir uzun ömür, burada söz konusu olan.

Bauman "özelleştirilmiş beka" kavramıyla ele alıyordu postmodern dönemin ölümsüzlükle ilgili stratejisini. Yani "en çok hak edenler", ki bu işe para yatırabilecek olanlar anlamına gelir, klonlardan yedek organ temin ederek, ileride hastalıklarının tedavisi bulunur ümidiyle cesetlerini dondurarak, başkalarının zamanlarına el koyarak ölümsüzlüğü özel mülk haline getirebilirler. Bu, meselenin demografik ve ekonomik boyutuyla ilgili bir tespit. Amaç sadece yaşamı devam ettirmek olduğunda, tıp teknolojisi insana ne kadar uzun ömür kazandırmayı başarırsa başarsın, kadim sömürü ve zulümler insanın olduğu yerde var olmaya devam edecektir. Çünkü ölümsüzlük ve sağlığın satın alınabilecek bir metaya dönüştüğü ileri kapitalist toplumun imkânlarıyla çevrili insanların, ahlaki davranma yükümlülüğü yokmuş gibi düşünülmektedir.

Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ının kahramanı "kırkından fazla yaşamak ayıptır" diyordu. Biz Peygamber Efendimiz'in vefat ettiği yaşta ölümü bekleme edebini benimsemiş bir kültürel mirasa sahibiz. Yani bizim için beka meselesi itikadi bir meseledir. Bu sebeple insanların uzun yaşama ve ölümsüzlük talepleri, demografi, ekonomi, siyaset alanlarının üstünde bir alana çağırır bizi. 'İnsan ölümsüz olabilir mi?' sorusuyla birlikte metafiziğin, felsefenin ve ilahiyatın zeminine dahil oluruz.

Doğan 7 milyarıncı bebekler mi, yoksa sonsuza dek yaşama arzusunu "özelleştirilmiş beka" tercihi olarak kullananlar, yani kendilerine uzun ömür satın alanlar mı dünyayı bize dar edecek? Yirmi birinci yüzyılda demografi ve ekonomi gibi reel siyasetle ilgili meseleler, bu soruya yol açan vasat üzerinden tartışılacak. Ama ebedi hayatı bu dünyada tesis etme çabasının insanı dünyaya çağıran yüzü karşısında, dünya/ahiret dengesi üzerine kurulu din dilinin nasıl güncelleneceği üzerinde de düşünmesi gerekiyor Müslümanların.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT