1. YAZARLAR

  2. Erol Göka

  3. 7 Haziran Dersleri - 2
Erol Göka

Erol Göka

Yazarın Tüm Yazıları >

7 Haziran Dersleri - 2

14 Haziran 2015 Pazar 14:42A+A-

 

7 Haziran seçimi sonuçlarına yol açan parçaların toplandığı büyük dalgadan birisini, HDP'nin başarısı temsil ediyor. HDP, sahada esas olarak Kürtlerin etnik kimlikleri etrafında toplanmalarını isteyen bir propaganda yürüttü ve başarılı oldu. Onların bu başarısının zemininde açılım ve çözüm sürecinin bir komplikasyonu vardı. AK Parti'nin kan dökülmesinin durması ve sorunların demokratik siyaset içinde çözümünün sağlanması için büyük risk alarak yaptığı fevkalade icraatı, HDP'nin başarısına giden yolun kaldırımlarını döşedi. Açılım ve çözüm süreci sayesinde Kürt kimliği üzerindeki baskılar kalktı, silahlar sustu. Ne ki bunlar olurken, Kürtlük bilinci için de büyük bir imkân doğdu. Irak ve Suriye başta olmak üzere bölgemizdeki Kürt varlığını doğrudan ilgilendiren olaylar,
Rojava'daki gelişmeler ve Kobani'de IŞİD ile olan çatışma, Kürtlerin etnik bilincini arttırdı.

Erdoğan karşıtı cephe, seçimi kendi lehine sonlandırmak için, dikkatle takip ettiği ve ona göre ittifaklar politikası oluşturduğu bu gelişmelerden faydalanmasını bildi. Yükselişe geçen Kürt kimliğini, HDP etrafında birleştirmek, mütedeyyin Kürtleri AK Parti'den HDP'ye doğru sevk etmek için azami bir gayret sarf etti. Zaten epey süre önce AK Parti'yi, bölgede Kürtlere karşı acımasız bir zulüm uygulayan IŞİD ile işbirliği yapıyor gibi gösteren ve hatta özdeşleştiren bir algı yönetimi yürütmeye başlamışlardı. Bu sayede AK Parti'nin ve Erdoğan'ın bölge ve Kürtler için yaptıkları icraatların görülmesini engellediler. Bu arada HDP'nin program ve aday dizaynında “Sol” bir görünüm verilerek, “Seni başkan yaptırmayacağız” mottosunun öne çıkarılması, batıdaki Erdoğan nefretiyle dolu sekülerlerin HDP'ye karşı tepkilerini yumuşattı, bir kısmının desteğinin kazanılmasına yol açtı.

Bizim bu analizimize halen AK Parti içinde aktif siyaset sürdüren Kürtler, AK Parti'nin hataları olarak sıralanan hususlara, münhasıran Kürtlere karşı yapılan yanlış gördükleri tavırları da ekleyerek itiraz edebilirler. Mesela “Yolsuzlukla itham edilen bakanlar Yüce Divan'a gönderilmeliydi. Başkanlık teması üzerinden bir seçim stratejisi sürdürülmesi yanlıştı. Cumhurbaşkanı sahaya inmemeli, hele hele 'Kürt sorunu yoktur' gibi bir sözü söylememeliydi” gibi nedenler sıralayabilirler. Bu nedenlerin yanına, iktidar kazanımlarında ve genel aday listelerinde Kürtlerin yeterince temsil edilmediğini, bölgeye ithal adaylar gönderildiğini, eski dönemlerde devlet zulmüne karışmış adaylar gösterildiğini, Uludere'de yargı sürecinden kaçıldığını, Kobani'deki Kürtlerin meşru müdafaasına sahip çıkılmayarak terörize edildiğini ilave edebilirler. AK Parti'yi birçok bakımdan eleştirirken HDP'nin bölgedeki propagandasını ve aday seçimindeki özenini, birçok İslâmcı Kürt aktivistin listelere konulduğunu dile getirebilirler.

Cumhurbaşkanı'nın ve AK Parti sözcülerinin HDP'ye karşı propaganda yürütürken, “Zerdüşt”, “Kâbe”, “Kürtçe Kur'an” söylemlerinde Kürt kimliğini örseleyecek kadar aşırı vurgu yaptıklarını söyleyebilirler. Sonuç olarak da “Eğer tüm bunlar olmasaydı, mütedeyyin Kürtler de AK Parti'den HDP'e yönelmezlerdi.” sonucuna varabilirler. Onlar bu görüşlerinde tamamen haklı olsalar bile yine de ileri sürdükleri bu gerekçeler, neden tüm Türkiye çapında Kürtlerin büyük bölümünün HDP'yi tercih ettiklerini tüketici biçimde açıklayamaz. Ortada bir süreden beri yükselen bir Kürt etnik bilinci gerçeği var; sayılan ve sayılmayan tüm gerekçeler, bu gerçeğe olsa olsa katkıda bulunmuştur.

AK Parti'nin gerek ortaya çıkışında gerek bugüne kadar sürdürdüğü eski Türkiye'yi tasfiye mücadelesinde mütedeyyin Kürtlerin emek ve çabaları olmazsa olmaz niteliktedir. Mütedeyyin Kürtlerin, her türlü takdirin üzerinde olan emek ve çabasını kimse görmezden gelemez. Müslümanların çoğunlukta olduğu dünyada, bundan böyle sürdürülecek demokrasi ve adalet mücadelesinde de mütedeyyin Kürtlerin yerleri tartışmasız olacaktır. Ama yükselen etnik kimlik rüzgârının belli ölçülerde onlar üstünde de tesir icra etmemesi mümkün değildi. Kimlik siyasetlerinin alıp başını gittiği, alttan alta sekülerliğin yeni biçimlerinin hayatlarımıza yerleştiği böyle bir dünyada hiç mümkün değil... Hele hele inançlarımızı karikatürize edip, ortaya koydukları vahşi dehşet manzaralarıyla adeta dini hissiyatımızı ortadan kaldırmak için yemin etmiş gibi davranan IŞİD belası, herkese, en çok da Kürtlere acımasızca saldırırken...

Elbette açılım ve çözüm süreci, doğru bir politikaydı. Etnik kimliklerin üzerindeki baskının kaldırılması gerekiyordu. Elbette vicdan sahibi herkes, kardeş kanının dökülmesine karşı çıkmalıydı. Ama maalesef başta şiddeti yegâne sorun çözme aracı olarak görmüş, başka yöntem bilmeyen örgüt olmak üzere barış ortamını suiistimal edenler, süreçte komplikasyonların oluşması için ne gerekiyorsa yaptılar. Demokratik sorun çözme geleneğimiz güçlü değildi, bölgede etnik gerekçelerle, barış ortamının suiistimaline neden olacak birçok problemin yanı sıra, hunharca bir güç mücadelesi hüküm sürüyordu.

Nasıl bir deprem ülkesi olduğumuzu fay hatlarının üzerinde yaşadığımızı kabul ediyorsak, büyük bir etnik meseleyle kucak kucağa olduğumuzu bilmek, demokrasi ve hukuk içinde halline çalışmak zorundayız.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT