1. YAZARLAR

  2. Gökhan Bacık

  3. 12 Eylül Anayasası'na sadık bir hareket olarak: PKK
Gökhan Bacık

Gökhan Bacık

Yazarın Tüm Yazıları >

12 Eylül Anayasası'na sadık bir hareket olarak: PKK

06 Nisan 2010 Salı 00:45A+A-

PKK terör örgütünün lideri terörist Abdullah Öcalan'ın son anayasa değişiklik paketi ile ilgili kamuoyuna yansıyan görüşleri partinin (BDP) hızla ve etkili biçimde "ret cephesinde" yer almasını istiyor.

Öcalan'a göre Kürt partisi etkili biçimde, tıpkı MHP ve CHP gibi, anayasa değişikliğine karşı gelmeli ve bu paketi engellemek için elinden geleni yapmalıdır. Türkiye'de CHP, MHP gibi partilerin 12 Eylül rejiminin bekçiliğine soyunması elbette Türk siyasetini okumak için anahtar bir örnek olaydır. Ancak daha etkili bir örnek olay PKK'nın 12 Eylül rejimini korumak için teyakkuza geçmiş olmasıdır! Bir ülkenin anayasal düzenini bozmakla itham edilen bir terörist örgütün ilgili ülkenin anayasasının fedailiğine soyunması hiç şüphe yok ki dünyada eşine pek az rastlanan bir durumdur. Olayı daha ilginç kılan, 12 Eylül rejiminin başta Diyarbakır hapishanesinde yaptığı insanlık dışı uygulamaların yarattığı ortamda gelişen PKK'nın kendisine "dışkı yediren" zihniyetin siyasal mirasını sahiplenmesidir. Peki bütün bunlar ne anlama geliyor?

12 Eylül Anayasası'nı değiştirmeye yönelik pakete karşı siyasal aktörlerin aldığı pozisyon Türk siyasetinin temelini oluşturan ayırımı ortaya çıkarmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesinin mirası Türk siyasi sisteminin temelidir. Bir bakıma 27 Mayıs 'darbelerin anasıdır', dolayısıyla bütün takip eden darbeler onun bir tür yorumu ve adaptasyonundan ibarettir. Dolayısıyla Türkiye'nin siyasal temeli cunta hukukuna dayanır. Neredeyse bütün anayasalar cuntalarca yazdırılmıştır. Bu nedenle Türk siyasal sisteminin özü, statüko, seçkinler, rejim, milli menfaat gibi kavramlar denilince 'cunta düzeni' akla gelmelidir. Peki, 27 Mayıs veya cunta düzeni ne anlama geliyor? Sol söylemin sık sık düştüğü fantastik bir hata 27 Mayıs Anayasası'nı özgürlükçü olarak bizlere sunar. Halbuki özgürlükçü bir görüntüye rağmen 27 Mayıs Anayasası, demokrasi ve özgürlüğe en yapısal darbeyi vuran anayasadır. 27 Mayıs, demokrasinin özü olan temsil ilkesine dayalı yönetime son vermiş ve bunu hukuki bir kılıf içinde üst norm haline getirmiştir. Çok açık ifade etmek gerekiyor ki 27 Mayıs ile seçkinler milli egemenliğin ortağı haline gelmemişler, son sözün sahibi olarak kendilerini ilan etmişlerdir. Türk siyasal sistemi bu ilke üzerine kurulmuştur: Son sözü söyleme yetkisi hiçbir zaman halka ait olmayacaktır.

Şimdi bugün 27 Mayıs'ın 1980 versiyonuna yönelik değişikliğe karşı MHP, CHP, AKP ve BDP'nin aldığı tavrın anlamı daha net ortaya çıkıyor. CHP ve darbeler arasındaki ilişki ilkokul bilgisidir, bunu açıklamaya gerek yok. MHP, 1960 darbesinin aktörlerinin kurduğu bir partidir. Dolayısıyla MHP'den 'cunta düzenini' ciddi olarak sorgulamasını beklemek hayalciliktir. Siyasal kökeni bir darbeyle ortaya çıkmış bir partinin 27 Mayıs'ın en son yorumuna (1980 Anayasası) karşı çıkacağını beklemek herhalde tarih bilgisi eksikliğine dayanır. Dolayısıyla CHP ve MHP, 1960 darbesi ile çizilen temel sistem çizgisine göre olmaları gereken yerdeler. Şimdi PKK, 12 Eylül rejiminin fedailiğine soyunarak aslında bizlere 27 Mayıs ile kurulan 'cunta düzeninin' önemli bir ipucunu sunuyor: Türk siyasal rejimini 27 Mayıs ile kurulan askerî-bürokratik seçkinci yapı olarak tarif edersek, rejim yanlılarını CHP, MHP, BDP olarak tanımlamak çok yanlış bir çıkarsama olarak görülmemelidir. Bu seçkinci yapıyı değiştirmek isteyen AKP ise 27 Mayıs'ın ruhunu sorgulayarak rejim muhalifi olmuştur.

Başka önemli bir nokta ise şudur: Verilen on binlerce cana, on yıllarca süren kanlı çatışmaya rağmen PKK ve Kemalist-ulusalcılık arasındaki 'savaş' işin özüne ait bir şey değildir. Bir bakıma bu çatışma yoruma, yönteme dayalı bir durumdur. PKK, 12 Eylül rejiminin değişmesine karşı çıkarak işin özüne ait bir değişimi temsil etmediğini ilan etmiştir. PKK, 27 Mayıs ile temeli atılan seçkinlerin yönettiği, halkın eften püften konularda ancak karar verebildiği düzenin değişmesini istememektedir. Bir siyasal aktör, 12 Eylül rejiminin temsil ettiği 27 Mayıs'ın seçkinci yapısını değiştirmek istemedikten sonra bütün bir ülkeyi yangın yerine çevirse yine de muhafazakârdır ve düzen yanlısıdır. Çünkü Kemalist-ulusalcılık denilen şey 27 Mayıs'ın ruhudur! 27 Mayıs'ın ruhunu değiştirmek istemeyen bütün aktörler o nedenle Kemalist-ulusalcı statüko için varoluşsal bir risk ortaya koymazlar. PKK'nın bunca yıldır yaptığı eylemlerin Türkiye'deki askerî vesayeti ancak güçlendirdiği burada hatırlanmalıdır. İşte bu nedenle 27 Mayıs'ın cunta düzeni ruhuna kısmî de olsa gerçek bir değişiklik talep ederek AKP, Türk siyasi tarihinde, ilk defa varoluşsal bir eleştiri ortaya koymaktadır. Paradoksal olarak bu nedenle AKP, PKK'ya göre rejim açısından daha tehlikeli olandır! Metaforik bir anlatım ile PKK düzenin "günahkâr evladı" iken, AKP ise "inancını kaybetmiş" yani "mürtettir."

TÜM EZBERLER BİR KEZ DAHA BOZULABİLİR

Bütün bunlar hiç şaşırtıcı değil. Çünkü PKK'nın üzerine kurulduğu yapı pek çok açıdan 27 Mayıs ile var edilen Kemalist-ulusalcı çizgiye benziyor. Bir kere PKK/BDP çizgisinin pek çok eliti zaten geçmişte Kemalist-ulusalcı çevrelerde siyasal sosyalleşmelerini sağladı. Kürt siyasal elitlerinin ilk adresleri arasında CHP, SHP gibi partiler hep olmuştur. İkinci olarak, Kürt siyasal elitleri tıpkı Kemalist-ulusalcılar gibi 'Türk usulü içeriksiz bir sol kimliğe' sahiptir. PKK, sol bir harekettir. Dolayısıyla göz önündeki kanlı kavganın ötesine bakarsanız PKK ve Kemalist-ulusalcılığın ortak paydası sol hemen ortaya çıkar. Bir bakıma PKK ve Kemalist-ulusalcılar arasındaki duruma 'solcular arası bir kavga' olarak bakmak da mümkündür. 1960'larda ortalama bir Kemalist solcu ile bir Kürt solcu aynı kitapları, gazeteleri okuyarak yetişmiştir. Kemalist ve Kürtçü solun entelektüel kaynakları aynıdır. Yani solculuğun Kemalist yorumu ile solculuğun Kürtçü yorumunun yapısal ortaklıkları devam etmiştir. Üçüncü olarak, Kürt siyasal elitleri için de din problemli bir alandır. Tıpkı Kemalist-ulusalcılar gibi Kürtçü siyasal elitler de çok dindar bir toplumun üstünde solcu ve dine eleştirel bakan bir söylem geliştirmişlerdir. Tıpkı sol gelenekten beslenmiş Kemalist-ulusalcı çizgi gibi Kürtçü söylemin de asıl ötekisi dindir. Şimdi burada önemli soru şudur: Sol, laik Kürt hareketinin esas ötekisi sol, laik ulusalcı-Kemalizm midir yoksa referansları arasına dini koyan bir bakış açısı mıdır? Nitekim, Kürt siyasal söylemi, Kürt sorunu dışındaki alanlarda, tipik bir Kemalist söyleme sahiptir. Mesela, Ahmet Türk'ün 60. hükümet programı ile ilgili TBMM konuşmasında sağlık alanındaki düzenlemeler, HSYK'nın demokratikleşmesi gibi konulardaki sözleri CHP ve MHP eleştirileri ile neredeyse aynıdır.

TBMM'ye sunulan son anayasa değişikliği paketi etrafındaki tartışma Türkiye'nin fiili siyasal yapısının çıplak gözle görülmesini sağlamıştır. İlk defa, 27 Mayıs 1960'ta temelleri atılan vesayet rejiminin kısmen de olsa değişmesi talep edilmiştir. Bu değişim talebine göre alınan pozisyonlar Türkiye'deki fiili siyasi sistemin ta kendisidir. "Ret cephesinde" yerini alan partiler (CHP, MHP...) 12 Eylül rejiminin değişmesini engelleyerek cunta geleneğine sahip çıkmaktadırlar. Kürt siyasal hareketi de (BDP, PKK, Öcalan...) eğer TBMM'deki görüşmeler sürecinde "ret cephesine" fiilen katılırsa kendilerinin düzenin diğer bir aktörü olduğunu ilan etmiş olacaktır. Ne var ki hemen hatırlatmak gerekiyor, mevcut anayasa değişikliği ile ilgili süreçte ortaya çıkacak olan siyasal ayrışma, orta ve uzun vadede Türk siyasetinin, başta seçmen davranışı olmak üzere, temel belirleyicisi olacaktır. Anayasa değişikliği ile ortaya çıkacak konfigürasyon uzun yıllar Türk siyasal hayatında hatırlanacak ve ürettiği sembolik alan etkisini devam ettirecektir. Daha önemlisi, eğer 12 Eylül rejimi Meclis'te olası bir CHP-MHP-BDP/PKK 'ret cephesi' ile değişmekten kurtarılırsa sanırım Türk siyaseti hakkında bildiğimiz her şeyi yeniden düşünmek zorunda kalacağız.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT