1. YAZARLAR

  2. Serdar Turgut

  3. 100 Yıllık Yalnızlık Bitiyor
Serdar Turgut

Serdar Turgut

Yazarın Tüm Yazıları >

100 Yıllık Yalnızlık Bitiyor

08 Aralık 2008 Pazartesi 14:38A+A-

Türkiye’de olup bitenlere, yaşanan muazzam dönüşüme her baktığımda aklıma Gabriel Garcia Marquez’in ‘100 Yıllık Yalnızlık’ kitabı geliyor.

Cumhuriyet tarihimizin özeti ve ara başlıklarını düşünüyorum.

Cahiller hemen ortaya çıkıp kendilerini rezil etmeden önce cumhuriyetin ilanından bu yana 100 yıl geçtiğini düşünmüyorum tabii ki. Zaten romandaki 100 yılın da gerçekten yüz olup olmadığı da belli değildir. Kesin süresi belli olmayan bir dönemde kolektif bilinçaltında tarihin ve ortak deneylerin öğrenilmesinin önemi işlenmiştir. Özetle Marquez kitabında insanların kendi ülkelerinin tarihini mutlaka bilmeleri gerektiğini ve eğer bilmezlerse acı çekeceklerini çok da güzel anlatır.

Türkiye’ye ne kadar da uygun bir hissiyat bu. Tarihimizin ara başlıklarını bile fazla bilmediğimizden bugün yaşadıklarımız, dinin çok daha önemli bir yer teşkil ettiği bir toplum olmaya başlamamız, CHP’nin yeni duyarlılıkları, AKP’deki bazı modern duyarlılıklar, sermaye iç yapısının değişmeye başlamasındaki hızlanma bir çoğumuzu şaşırtıyor. Bu muazzam dönüşümün nereden çıktığını anlayamadık bir türlü, anlayamadığımızdan da anlamlandırmak için durmadan komplo teorileri üretiyoruz.

Oysa bu dönüşümün vakti çoktan gelmişti, değişimin tam zamanıydı.

Bir zamanlar ne olduğunu tam anlamadığımız halde savaşlar açtığımız oligarşi de hakikaten varmış çünkü o da büyük bir dönüşüm geçirmeye başladı.

Bu ülkede oligarşinin dört ayağı vardır; askeri, bürokratik, siyasi, iş dünyası (medya bunun içinde).

Cumhuriyet tarihinin önemli bölümünde bu dört ayrı oligarşik küme arasında anlaşmazlıklar vardı, hatta bazen iç savaşlar bile yaşandı aralarında.

Bu arada vatandaş 100 yıllık yalnızlığını yaşıyordu.

İşin tuhafı cumhuriyet rejimi de, rejim partileri de yalnızdılar.

Cumhuriyetin kuruluş aşamasında ekonomik zorunluluklar nedeniyle de (ülkede ekonominin olmaması, dünyada ise kriz olması nedeniyle) devlet tarım sektörünü sömürdü ve var olmak için gerekli olan altyapıyı kurdu. İşte o süreçte sömürü olduğundan, halktan tamamen koptu ve dini değerlere de otomatikman yabancılaştı.

Bu kopukluğu bir tek Demokrat Parti düzeltmeye çalıştı.

Ekonomik altyapı oluşturulurken (ilkel birikim dönemi) sadece artık değer kaynağı olarak görülen tarım sektörü çok partili rejime geçildiğinde artık tüketici olarak da davranmalıydılar. CHP bu ekonomik realiteyi göremedi ve halktan kopuk kalmayı sürdürdü, Demokrat Parti ise realitenin farkındaydı.

Muhafazakâr halkın tüketici olarak konumlandırılması ve seçmen olmalarıyla o güne kadar bir tarafa bırakılmış ve unutulmuş gözüken din, resmi söylemde yerini aldı. Asker-bürokrat oligarşi bunu bir türlü kabul edemediler. 1960 İhtilali’ni bir de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Demokrat Parti’nin direkt mirasçısı AKP’dir.

AKP iktidar olmasaydı Türkiye büyük bir patlama yaşayacaktı. Vatandaşın cumhuriyet rejimiyle küslüğü patlama noktasına gelmişti. AKP iktidarının varlığı patlamayı engelledi.

Oligarşinin diğer ayaklarının önünde iki seçenek vardı; ya bu yeni oluşum ile mücadele edeceklerdi ya da kendilerini de dönüştürerek uyum sağlayacaklardı.

Mücadele etmeyi denediler de tarihi zorunlulukların farkına geç vardılar.

Sonunda diyalektik devreye girdi ve oligarşi ikinci seçeneğe yöneldi ve kendini dönüştürmeye başladı.

Askerin Güneydoğu halkının içine çıkması ve halkla daha sıcak ilişkiler kurması, bazı üst düzey komutanların dini cemaat liderleri ile sıcak ilişkiler kurmaları ve CHP’nin çarşaflı kadınları üye kayıt etmeleri ve tek parti iktidarını eleştirmeleri, hep bu tarihi zorunluluğun bir tezahürüdür.

Türkiye sanki ortak bir akılla karar alınmış gibi dört ayağıyla birlikte dönüşmeye başladı. Türkiye nihayet kendi diniyle ve vatandaşıyla barıştı, üstelik bunu çok sağlam biçimde yaptı. Hakim sınıflarını da dönüştürerek yaptı bunu. Dünya tarihine geçecek bir dönüşüm belki de bir devrim yaşanıyor şu anda Türkiye’de.

Peki ne olacak? Cumhuriyetin kuruluşunda iktisadi zorunluluklar nedeniyle yapılan hatalar telafi edilecek, toplumsal anlaşma yeniden imzalanacak, din toplumsal yaşamda çok daha fazla önem kazanacak ama oligarşi ve tüm partilerin katıldığı bir süreç olduğu için bu abartılı, uçlarda yaşanılacak bir süreç de olmayacak. Sürecin sonunda Türkiye özel, modern, muhafazakâr ve çok daha sağlam temelli bir ülke olacak.

Peki hiçbir sorun yaşanmayacak mı?

Olur mu hiç, bu tür büyük toplumsal dönüşüm dönemlerimde daima bazı sorunlar çıkar.

Kolayca görülebilecek bir temel sorun kaynağı şu; rejim yeni tavrını oligarşinin kendi içindeki yeni temel anlaşmayı, din konusundaki yeni tavrını halka anlatmak için bir aracıya ihtiyaç duyacak. Bunu ancak cemaatler aracılığı ile yapabilir Türkiye koşullarında.

Bunun hangi cemaat olacağı ise hayli tartışmaya açık bir konu. Tartışma çoktan şiddetlendi bile. Mehmet Şevket Eygi’nin hilafet üzerine tespitlerini anlattığı yazısı cemaatler arasındaki bir güç kavgasının bir yansıması olarak görülüyor bana.

Ve Fethullah Gülen’in tüm bu denklem içinde yerini nasıl ve ne şekilde alacağı, şimdilik bilinmeyen faktör olarak duruyor. Bu da yakında netlik kazanacaktır eminim.

AKŞAM

YAZIYA YORUM KAT