1. HABERLER

  2. HABER

  3. 1 Mayıs 1977’yi Biz 26 Yıl Önce Anlatmıştık...
1 Mayıs 1977’yi Biz 26 Yıl Önce Anlatmıştık...

1 Mayıs 1977’yi Biz 26 Yıl Önce Anlatmıştık...

TARAF, İpek Çalışlar ve Güldal Kızıldemir’in 1986’da Nokta dergisi için hazırladıkları 1 Mayıs 1977 dosyasını yayımlıyor. Çalışlar: 26 yıl önce o efsaneleri açığa çıkarmıştık. O gün kimse umursamamıştı.

06 Mayıs 2012 Pazar 19:41A+A-

Haber: Gökhan Erkuş

İpek Çalışlar ve Güldal Kızıldemir’in 1986 yılında Nokta Dergisi’ne “Kanlı 1 Mayıs - Gerçek Suçlular Kim?” başlığı ile kapak olan araştırması, bugünkü tartışmalara ışık tutuyor. 26 yıl önce yapılan araştırmanın tam metnini bugünden itibaren yeniden yayımlamaya başlarken, o güne ilişkin genel kabul gören görüşlere yeni bir boyut getiren isimlerden Çalışlar’a “Kanlı 1 Mayıs”ı sorduk.

Kanlı 1 Mayıs’a ilişkin araştırmaya başladıklarında çok şaşırtıcı olaylarla karşılaştıklarını dile getiren Çalışlar, “Savcılığa gittik. Sultanahmet’teki savcıya dedik ki, ‘1 Mayıs dosyalarını görmek istiyoruz’. Adam da bize dedi ki, ‘Hangi 1 Mayıs’. Biz çok şaşırdık. Üzerinden dokuz sene geçmiş. Zaten ondan sonra pek de 1 Mayıs anılmamıştı. Savcının 1 Mayıs’la hiçbir alakası yoktu. Benden 12 buçuk lira karşılığında, masraf parası aldılar, zabıtları verdiler bize. Okuduk hepimiz çok şaşırdık” ifadelerini kullandı. Nokta’nın 1986’daki kapağından sonra bir daha derine inilmediğinin altını çizen Çalışlar, şunları söyledi:

“Bizim canavar zannettiğimiz şeylerin gerçekten canavar olmadıkları anlaşılıyor. Gözükmeyen başka bir derin el olabilir, buna bir şey diyemem ama yıllarca efsane olarak söylediğimiz şeyler bence Nokta dergisinin araştırmasıyla açığa çıkmıştır. Ve enteresan olan bugün büyük bir tartışmaya yol açtı ama o zaman hiçkimse umursamamıştı. Herhalde, 12 Eylül’ün üzerimizde kurduğu ağır hava böyle bir tartışmanın önüne geçmişti.”

Katliama bir nefes yeterdi

Çalışlar, 1 Mayıs 1977’deki ortam göz önüne alındığında, 34 ölümün olağandışı olmadığını dile getirerek, “Ben bugün baktığımda olayı şöyle görüyorum; orada öyle bir şiddet havası var ki, nefes alsanız katliam olacak... Ve o şiddet havası solun kendi fraksiyonlarında vardı, çağın köşe yazarları da korkunç şeyler yazıyordu. Olağanüstü bir nefret söylemi ortalıkta. Ben bu kadar şiddet seven bir toplumdan, sonunda 30’lu rakamlarla ölçülen bir sonuç çıkmasını bile tuhaf buluyorum, orada çok daha fazla insan ölebilirdi. Ortalık şiddet kokuyordu. Yüzlerce, binlerce silahlı insan. Neden insanlar 1 Mayıs kutlamasına silahlı gider. Bunların hepsi insana kötü geliyor” değerlendirmesini yaptı.

Polis zavallı durumdaydı

Çalışlar, Nokta’da yayımlanan polis kayıtlarından “polisin zavallı bir durumda olduğunun anlaşıldığını belirterek, “Kürsüden bağırıyorlar, Sular İdaresi’nden ateş açıldı diye. O anda herkes panik içinde, kimse ne dediğini bilmiyor. Kimse ne yaptığını, ne olduğunu bilmiyor. Soğukkanlı bir şekilde baktığınızda, o kadar şiddetle, gerginlikle dolu bir ortamdan böyle bir olay çıkması normal. Bunun içine hakikaten kontrgerilla karışmamıştır demiyorum ama bizim ulaştığımız bilgilerde şu net; polis çok zavallı bir durumda gözüküyor, panzerleri idare eden adamlar çok tuhaf şeyler konuşuyor, beceriksiz bir yönetim olduğu anlaşılıyor. Her şey sürreal yani. Ama o polislerin de bilmediği başka bir tertip varsa tabii ki olabilir, ona bir şey demiyorum” diye konuştu.

Gerçek suçluların peşinde

» İlk kurşunu kim attı

1Mayıs 1977 Pazar sabahı İstanbul’da yaşam, şafak sökmeden başladı. İşçiler, öğrenciler, öğretmenler, memurlar, doktorlar, mühendisler, değişik meslek grupları Beşiktaş ve Saraçhane’de toplanıyordu. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) düzenlediği mitingin yürüyüşü 14.30’da başladı.

Yüzbinler, yavaş yavaş flamaları, pankartlarıyla Taksim Alanı’nda yerlerini alırken, yürüyüş kolunun uçları Saraçhane ve Beşiktaş’ta bekleyişe geçmişti. İstanbul’un en büyük mülki amiri Vali Namık Kemal Şentürk l Mayıs günü için gerekli tüm tedbirlerin alındığı inancıyla alandan gelen haberleri izliyordu. Kendisine devletin güvenlik örgütlerinden verilen istihbarat “olay çıkmayacağı” yolundaydı. İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Kaner çok sayıda görevliyi önemli noktalara yerleştirmişti.

Yürüyüş güzergâhı boyunca 15 emniyet müdürü, 315 amir, 3094 polis, 207 bekçi, 81 motorlu ekip 9 panzer ve jandarma birliği l Mayıs’ın güvenliğini sağlayacaktı. Keskin nişancılar, alana bakan yüksek binaların tepelerinde yerlerini almışlardı. TRT ve basın olayı izlemek içir erken saatlerde alanın önemli noktalarını tutmuştu. Intercontinental Oteli’nin ikinci katında da gazetecilere bir oda ayrılmıştı. Ama üst katlara çıkanlara otelde dolaşmanın yasak olduğu hatırlatılıyordu. Türkiye’de l Mayıs’ın bu denli görkemli kullanmasından rahatsızlık duyanlar vardı. Sağın kalemleri köşe yazılarında bunu açıkça dile getiriyorlardı: “Arabalar tahrip edilecek, camlar kırılacak, inşallah aldanırız ama kanlar akacak.” 5 Nisan’da alınan erken seçim kararının ardından propaganda gezilerinde saldırılar yoğunlaşmış, kan akmaya bağlamıştı. Farklı bir gerginlik de sol içinde yaşanmaktaydı. Taksim Alanı’nda l Mayıs’ı kutlama izni DİSK’e verilmişti. Düzenleyici olarak DiSK de mitingin kendi belirlediği kurallarla sınırlanmasından yanaydı. Bu yüzden kendisine ters düştüğüne inandığı Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği ve Aydınlık gruplarının kutlamaya katılmasını istemiyordu. Devrimci Gençlikle Kurtuluş grupları ise ancak slogan sınırlamasıyla alanda yerlerini alacaktı. DİSK, alanda kimin nerede duracağını güvenlik görevlilerine iletmiş ve 20 bin DİSK’liyi özel giysileriyle bu düzeni korumakla görevlendirmişti. DİSK’in “hayır” dediği gruplardan Aydınlık, mitinge katılmayacağım bir basın toplantısıyla açıklarken istenmeyen öteki üç grup ise “l Mayıs’ı kutlamak DİSK’in tekelinde olamaz” diyerek katılma kararı alıyordu. Mitingin görkemi ve düzenliliği karşısında gerginliğinden sıyrılan beş yüz bine yakın insan, birkaç saat içinde kan gölüne dönecek alanda işçi bayramının coşkusunu yaşıyordu. Üçlü grup ile DİSK arasındaki gerginlik bile az çok tatlıya bağlanmış, arada boşluk bırakılması şartıyla kortejin en arkasından yürümelerine izin verilmişti, l Mayıs kutlamalarının üzerinde tüm nisan ayı boyunca dolanan kara bulutlar dağılmış, uğursuz kehanetler boş çıkmıştı. Mitingin son dakikaları yaklaştığında görevliler, görevlerini yerine getirmenin mutluluğu içinde rahat, korku dolu beklentiden kurtulmuş, kitleler bir tatsızlık çıkmadan dönüşe hazırlanmanın rehaveti içindeydiler. Nerdeyse kutlamaların sonuna gelinmişti. Etrafta her şeyin yolunda olduğunu müjdeleyen tatlı bir sessizlik hakimdi. Emniyet görevlileri, basın, TRT ve Ankara’daki yetkililer rahat bir “oh” demek üzereydiler. TRT ekibi ağır ağır kameralarını toplayarak gitmeye hazırlanıyor, gösteriyi izleyen fotoğrafçılar son film karelerini tüketiyorlardı. Pamuk Eczanesi’nin önünde duran mavi kamyonet Kazancı Yokuşu’nun başına çekilmiş, beyaz bir Renault da yokuşun alt kısmında kalan garaja park etmişti. Saat 19.00’u gösteriyordu. Son konuşmanın son dakikalarına gelinmişti. Kürsüde DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler vardı. Artık yürüyüş kortejinin sonu gelmek üzereydi. Dev-Genç DİSK yöneticileriyle uzun tartışmalardan sonra anıtın çevresinde yerini alırken Kurtuluş da Tarlabaşı’ndan koşar adım alana giriyordu. Kurtuluş’un arkasından yürüyen üçlü grup ise henüz çok gerilerdeydi. Ve üç el silah patladı.. Üç el silahın sesi sanki birkaç saniye havada asılı kaldı. Bu uzun saniyeleri yeni silah sesleri bozdu. İşaret fişeğinin ardından patlayan tüfekler gibi aynı anda alanın dört bir yanından mermi yağmaya başladı. Yarım milyon insan korku ve panik içinde koşuşuyor, panzerler su sıkarak, ses ve sis bombaları atarak kalabalığı yarıyor, ortada dönüyorlardı. Kaçıp canını kurtarmaya çalışan yüzlerce insan Intercontinental Oteli ile Pamuk Eczanesi arasında kalan Kazancı Yokuşu’na doğru yöneldiler...

» Intercontinental Oteli’nden ateş açıldı mı

1977 yılının en şaibeli oteli kuşkusuz beş yıldızlı Intercontinental Oteli’ydi. İddialar alana otelin üst katlarından ateş edildiği üzerinde yoğunlaşıyordu. Otelin bazı katlarının basına kapalı olduğu, olayı otelden izleyen basın mensuplarının ifadelerinden ortaya çıkıyordu. Günaydın gazetesinden Necati Doğru, “5. katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın camlarında alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde ve itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum. ‘Polisler’ yanıtını aldım” diyordu.

Emniyet mensupları ve İdari yetkililerin anlatımına göre, otelin Taksim Alanına bakan odaları, emniyet görevlilerine tahsis edilmişti. Gazeteci Necati Doğru’yu “mütecaviz” biçimde geri çeviren kişilerin ise MİT mensupları oldukları Intercontinental Oteli Baş Dedektif Muavini Kudret İnal tarafından mahkemeye bildiriliyordu. “510 numaralı odada MİT mensupları vardı. 19.30 sıralarında terasa çıktığımda sauna ve plaj kısmının yanındaki havuzda zemin betonlarını yapan iki amele, işçi elbisesiyle çalışıyorlardı, öteki odalarda kimler olduğunu bilmiyorum.” Otelin yedinci katındaki 713 numaralı odada ise Hükümet Komiseri Mustafa Tütüncü İle Emniyet Müdür Muavini Zeki Tamay ve l. Şube Müdür Muavini Sezai Yalçın görevliydi. Ayrıca otelin alana bakan tüm odaları boşaltılmış ve istihbarat mensuplarına ayrılmış. Oteldeki emniyet görevlileri camdakilerin kendileri olduklarım açıklıyor, böylece perde arkalarındaki esrarengiz kişilerin kimliği sorusu yanıtlanıyordu. Ne var ki, görgü tanıklarının ifade ettikleri gibi, otelden alana ateş açılıp açılmadığı konusu tam anlamıyla gün ışığına çıkmıyordu. Nokta, olaydan hemen sonra hazırlık soruşturmasında otelin camlarının tetkik edilip edilmediğini araştırdı. Tetkik ertesi günü yapılmıştı Sonuçların ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de şuydu: Otelin Taksim alanına bakan birinci katında soldan sağa sıralanan camların 7, 9, 10, 11, 12 ve 16. bölmelerinde kurşun delikleri görülmüştü. 2, 3 ve 4. katlarda ise kurşun deliğine rastlanmıyordu. Ayrıca MİT görevlilerine ayrılan beşinci kattaki 510 numaralı odanın camıyla, bunun bir üstündeki 613 numaralı odanın camlarında kurşun giriş deliği tesbit edilmişti. Üst katlarda kurşun deliği bulunan bir başka odadan ise söz edilmiyordu.

» Sular İdaresi’nin üzerindeki silahlılar kimdi

1Mayıs katliamının tartışmasız en çok suçlanan odağı Sular İdaresi’ydi. Alanın Tarlabaşı çıkışının hemen sağında yer alan Sular İdaresi duvarı üzerinden ateş açılmış mıydı? Duvarın üzerinde görülen siluetler kimlere aitti?

Dönemin Belediye Başkanı Ahmet İsvan Nokta’ya “Herkes kaçışırken Sular idaresi duvarının üzerinde dolaşan insanlar gördüm. Kürsünün etrafında bulunanlar olarak, çoğumuz gördük. Siluet halindeydiler. Birinin elinde silueti tüfeğe benzeyen bir şey gördüm “ diyordu. 1 Mayıs mitingini Sular İdaresi duvarının üzerinden izlemekte olan Metin Göktürk ise şunları anlatıyordu: “Ben duvarın üzerinde film çekiyordum. Çatışma başladıktan sonra film çekmeyi sürdürdüm. Benim çevremde elinde silah olan kimse yoktu. Ahmet İsvan Bey’in tüfek olarak gördüğü benim film makinem olabilir. Çatışma başladıktan bir süre sonra polisler geldi, beni ve çevremdekileri alarak aşağıya indirdi. Üstlerimizi aradı, sıra dayağından geçirdi filmlerimizi aldı ve bıraktı.” Miting günü su deposunun güvenliğini sağlamakla görevli olan bekçi Haydar Aslan’ın tanıklığı da Metin Göktürk’ü doğrulamaktaydı. “Amirim emrettiği için su deposunun üzerine kimseyi çıkartmıyorduk. Ancak saat 17.00’den itibaren 50-60 kişi depo önündeki ağaçtan su deposunun üstüne tırmandı. Hepsine mani olamadık.” Bekçinin ifadesine göre, deponun üzerindekiler çatışma çıkınca yere yatmışlardı. “Saat 20 sularında bir grup polis gelerek görevli elemanlarımızı ve diğer şahısları aşağıya indirdiler, üzerlerini aradılar, bir şey bulamadılar.” Mahkeme olayla ilgili olarak bir film izlemiş ve “Sular İdaresi binası üzerinde bulunan reklam panolarının demir ayakları önünde ellerinde tomson makineli tüfek olduğu görülen beş sivil”i tespit etmişti. Makineli tüfek taşıyan sivil şahısların kimler olduklarını şu anda İstanbul Emniyet Müdürü olan, dönemin Emniyet 1. Şube Başkomiseri Mete Altan şöyle anlatıyordu: “Sular İdaresi’nin üst katında kendilerini gizlemiş insanlar gördük. Sular İdaresi’nin kapısından içeri girdiğimizde toplum polislerini gördük. İlk basamakları çıkmışlar orada bekliyorlardı. Bizi görünce damda insanlar var, çıkamıyoruz, çelik yelekli polisler yukarı çıksın dediler. Ben ve arkadaşlarım dama çıktığımızda dip tarafta uçta birkaç kişi gördük. Ellerimizdeki tomsonlarla atışa hazır vaziyette onlara doğru yürüdük. 15 kişiydiler. Arama yaptık, bir silah bulamadık. Biz çatıya olaydan tahminen 20-25 dakika sonra çıktık. Ellerimizde ise uzun namlulu tomsonlar vardı.”

Taraf Gazetesi 

HABERE YORUM KAT